Osmanlı Devleti'nde Tıbbî Düzen
Osmanlı Devleti'nde Tıbbî Düzen
Osmanlı Devleti tarihin zaman ve mekan boyutlarında görülen en büyük devletlerden biri olduğundan her sahada güçlü bir teşkilat kurmuş ve bu teşkilatı siyasî, iktisadî ve ictimai şartları çerçevesinde iyi bir şekilde işletmiştir.
Osmanlılarda tıp eğitimi, medrese eğitim sisteminde mevcut olan tertip derslerinin tamamlanmasından sonra başladığından, tıp tahsil etmek isteyen öğrenci öncelikle ibtiday-ı hâriç ve dahil medreselerinde okur, daha sonra, tıb öğrenmeye başlardı.
Bu tarz bir tıp eğitimi, sadece Osmanlı eğitim sisteminden kaynaklanmamakta, ayrıca klasik tıb eğitiminde tıb tahsil eden bir kişinin tıp eğitiminden önce öncelikle mantık, ilm el-ahlak ile aritmetik, geometri, müzik ve astronomi gibi ilimleri mutlaka tedris etmesi gerektiği konusundaki kabule dayanmaktadır 1. Tıp eğitimini tamamlayan bir kişi, medrese tahsili de gördüğünden, devletin siyasî mevkilerine, şeyhülislamlığa, hatta sadaret makamına kadar yükselebilmektedir.
Ancak tıb eğitimi alan kişi esas itibariyle hekimbaşı olarak sarayda veyahut darüşşifalar gibi diğer tıb müesseselerinde vazife alabilimekteydi. Neticede Osmanlılarda tıb eğitimi medreselerde değil, darüşşifalarda ve bağımsız tıp medreselerinde verilmekteydi; bu sistemi düzenleyen ve yürüten de hekimbaşılık müessesesiydi.
Hekimbaşılık Müessesesi
Daha önce tarihte vücud bulmuş İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da, devletin bütün sağlık işlerini yürüten bir hekimbaşılık müesesesi bulunmaktaydı.
Osmanlı Devleti'nde bu müessese, -Orhan Gazi'den Sultan II. Bayezid'e kadar sultanların nezdinde devletin sağlık işlerini yürüten saray hekimleri bulunurken-, Sultan II. Bayezid döneminde ülkenin sağlık hizmetlerinin idaresini üstlenmesi için ihdas edilmiştir.
Sarayın bîrun ricalinden olup sadarete bağlı olan hekimbaşılar, 1836 yılına kadar, ilmiyye sınıfından çok iyi yetişmiş, tıp ilmine vakıf ve ehliyetli kişiler arasından seçilirlerdi.
Sarayın içinde ve dışında çeşitli görevleri olan hekimbaşı, padişah ve hanedan üyelerinin sağlığıyla ilgilenmenin yanısıra, Saraydaki eczahaneleri ve beş hastahaneyi idare ederdi. Yirmibir kişiden oluşan etibba-i hassa, cerrahîn-i hâssa, kehhalîn-i hassa ve münecimlerin de başı olan hekimbaşı bu kişilerin seçimini yapar ve onları denetler, tayin ve azlederlerdi. Saray dışında devletin her yerindeki sağlık işlerini de hekimbaşı yürütürdü.
Osmanlı Devleti sınırları içindeki bütün sağlık müesseseleri hekimbaşıya bağlı olduğundan, hastahanelerde, darüşşifâlarda ve bimarhânelerde görevli tabiblerin, cerrahların, kehhallerin ve eczacıların tayini, ordu tabiblerinin belirlenmesi hekimbaşı tarafından yapılırdı.
Ayrıca tabiblerin ve cerrahların, özellikle İstanbul'da, özel muayenehane açmaları hekimbaşının iznine bağlıydı. Hekimbaşı saray içindeki ve dışındaki tıp eğitim ve öğretimi ile de doğrudan ilgiliydi. Hekimbaşı ayrıca İstanbul'daki müslim ve gayr-i müslim tabib, cerrah, kehhal ve attarları, cerrahbaşı ve kehhalbaşı ile birlikte teftiş ve imtihan eder, icazeti olmayan, ehliyetsiz ve yetersiz olanların dükkanlarını kapattırır ve meslekten men ederdi. Ehil olanlara da hekimbaşının mührünü taşıyan bir çalışma izin belgesi verirdi.
1837'de Bab-ı Seraskeri Harbiye Nezareti'nde sıhhiye dairesinin kurulmasıyla hekimbaşının yetkileri kısıtlandı. 1850'de tıbbiye nezaretinin ihdası ve hekimbaşının sağlık teşkilatı üzerindeki yetkilerinin kaldırılması üzerine hekimbaşılık, 1923'de saltanatın kaldırılmasına kadar, saray doktorluğuna inhisar kılındı. Şimdiye kadar elde edilen bilgilere göre 44 hekim hekimbaşılık görevini yürütmüş, bunların bazıları iki veya üç kere hekimbaşı olmuştur.